acaba yapabilir miyim diyerek başladım birleştirmede acemi olduğum için söke yapa nihayet bitirdim yeleğimi renkli ve cıvıl cıvıl oldu.
Elhamdülillah..
Bugün sizlere tefeülden bahsetmek istiyorum. Eskiden yani 1990 yıllarında yaptığımın doğru mu yanlış olduğunu bilmeden niyet tutar Kur'an meâlini niyetim olacak mı olmayacak mı diye açar okurdum. Gönlüm mutmain olmaz defalarca açar okurdum. Üstelik kız kardeşimle muhabbetimiz buydu ve ümitle dolar mutlu olurduk.
[Tefeülün anlamı Herhangi bir şeyden hayırlı bir netice çıkarmak, hayra tevil etmek, iyiliğe işaretler bulmak gibi manalara gelmektedir. Bir kitabı rastgele açarak ilk tevafuk eden yeri okuyup ona dikkat kesilmek, onu hayırlı ve esas bir ders saymaktır. Mesela, Kur’an’dan rastgele bir sayfa açıp sadece kendine hitap şeklinde okumak tefe’ül sınıfındandır.]
İşin ilginci bu kadar saf bir yürekle inanarak yapardık. Aslında çok sakıncalıymış neden?
Ya kâfirlerden bahseden ayetler çıkarda ümitsizliğe düşersem o zaman da vay halime ama biz bilmeden yapardık.. Allah dostlarından Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bazı tefeüllerini şöyle anlatır:
***“Bundan otuz sene evvel eski Saîd’in gafil kafasına müthiş tokatlar indi.
"Acibtir ki, o vakit ben Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye azası idim. Güya, ehl-i İslâm’ın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim. Hâlbuki, en ziyade hasta ben idim. Hasta evvela kendine bakmalı, sonra hastalara bakabilir."
"Sonra, İmam-ı Rabbanî’nin Mektubat kitabını gördüm. Elime aldım. Halis bir tefe’ül ederek açtım. Acaibtendir ki, bütün Mektubat’ında yalnız iki yerde 'Bediüzzaman' lafzı var. O iki mektub, bana birden açıldı. Pederimin ismi Mirza olduğundan, o mektubların başında 'Mirza Bediüzzaman’a mektub' diye yazılı olarak gördüm. 'Fesübhanallah', dedim, 'Bu bana hitab ediyor.' İmam, o mektuplarında tavsiye ettiği gibi, çok mektublarında musırrane şunu tavsiye ediyor:
"(...) Cenab-ı Hakk’ın rahmetiyle kalbime geldi ki: Bu muhtelif turukların başı ve bu cetvellerin menbaı ve şu seyyaralerin güneşi, Kur’an-ı Hakîm’dir. Hakîkî tevhîd-i kıble bunda olur. Öyle ise, en âlâ mürşid de, en mukaddes üstad da odur." (Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, Üçüncü Mesele...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder